İç sesim mi, üçüncü gözüm mü, yoksa Le Guin’in denemelerindeki gölgem mi, bilemiyorum;sabahtan beri bir tuhaflık var hâlimde. Bir de üstüne üstlük şuradaki.
“birazdan arıcam”
“metrobüsteyim”
“tabi”
“noldu”
“hayırdır?”
“inicem birazdan”
“biri takıldı bana”
“seninle konuşim”
“buluşcaz tmm”
“anladım”
“tmm”
“Alo, hah, orda mısın; erken mi geldin, tamam geliyorum”
“Takip ediyor mu halâ”
“Bir dakika…Yok, inecek sandım, ama inmedi”
“Belki sana öyle gelmiştir”
“Sen de başlama şimdi. Sağol. Görüşürüz sonra.”
Dün akşamüzeri de böyle değil miydi bulutlar bu saatte? “Bir şey bilmezdim aslında, karıştırdım tüm renkleri…” Ooof of, düşüyor işte bunlar kulaklarımdan.
“Yine benim kulaklıklarımı almışsın”
“Kaç kere söyledim”
“Bende diil valla”
Sanki dün de aynıydı herşey. ‘Bugün aslında dündü’ filmi benim için yapılmış. Sahiden, bir şeyin diğeriyle aynı olması mümkün mü?Anneannem Kapalıçarşı merâklısı bir kadındı. Rahmetli. Yün almaya giderdik birlikte. Dün gibi. Sesi kulaklarımda iç sesim olmuş.
Elinde bir örnek. Hep bir gazeteden keserdi. Yavruağzına benzer renkte süveter giymiş mankenin omuzundan bir parçayı avucunun içine almış; diğer elinde manifaturacının önerdiği, çilesinden taze çekilmiş bir demet iplik. Yanyana duruyorlar. Dükkândan gün ışığına çıkıyor. Olmadı; başka bir öneri ile cam kenarına gidiyor. Satıcı sabırlı;
“Hanımefendi” diyor; “bakın, elinizdeki kağıt güneşten solmuş biraz.” Devam edecek; râhmetli lâfını kesiyor:
“Anladım oğlum; ama ben bu rengi sevdim; aynısını bulamaz mıyız? Şu üçüncü raftaki kutularda ne var?”
“Çizdim kendi aklımca, hayatın resmini; birşey bilmezdim aslında, karıştırdım tüm renkleri.” Aynısını istemek hakkıyken anneannemin, aynısını bulma sorumluluğunu satıcının yalnız başına üstlenmesine gönlüm râzı olmazdı. Çabalardım. Annemin tüm evi kendi başına çekip çevirmesine râzı olamadığım gibi. Anneannemin gözü üzerimde, üçüncü göz beni izliyor her daim.
Aynı gündü.Herhalde. Öyle olmalı. Gittim; iplikleri birbirinin arasından geçirdim; hafif kalınlaştırdım demeti; ışığı çok az sızdıran bir topak yaptım. İplikler kendi başlarına, birbirlerinden bağımsız, neredeyse birbirleriyle bir örnek görünmeye zorladığımız hâllerinden farklı durmaya başladılar topaklandıklarında. Ya da, güneş öyle sandı; farklı yolladı ışıklarını...
“Aaa zeytingözlüm benim!” Nasıl sevinmişti rahmetli.
Boynum sıcacıktır. Anneannemden yadigâr.
“Kızım” derdi, “boynunu sıcak tut; çabuk kırışmaz.” İnandırırdı beni. Herşeye. “Herşey mümkün” derdi.
“Anneanne yarın bugün olmayacak, değil mi? “
“Yok yavrum,” derdi yanımda olsa.
“Mümkün mü?”
“projenin ana fikrini buldum.
“oh be”
“supersiiin”
“üzerimden bir yük kalktı.”
“yürüyorum ben.
gecikicem.
merak etme.”
“kaydet yürürken”
“hazır sarmış konu”
“tmm”
Kaydı açabilsem. Hah: “Sıradan şeyler sık gelir biz fânilerin başına. Benzemeyen olayları, insanları, birbiriyle eşlemede üzerimize yoktur. Bu benzetme huyumuzdan dolayı, herşey birbirine benzemeye başlar; bir kere benzediler mi, sıradanlaşırlar. Sıradanlaşanlarla daha sık karşılaşınca önce kanıksamaya, sonra da hoşlanmamaya başlarız. Sıkılırız. Daha çok benzetiriz.”
Nefesim kesildi. Bir daha bu kadar hızlı yürüyen ne olsun!
“Seni özledim.”
Gölgemsin.
** (Koyu ve eğik kısımlar mesajlaşmadır)
Beray Aytek
Ali Rana Atılgan
29 Kasım – 2Aralık 2019
Haliç